Kefalet sözleşmesi 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 581. maddesinde tanımlanmaktadır. Buna göre, kefalet sözleşmesi, kefilin alacaklıya karşı, borçlunun borcunu ifa etmemesinin sonuçlarından kişisel olarak sorumlu olmayı üstlendiği sözleşmedir. Tanımdan da anlaşıldığı üzere alacaklı, kefil ve borçlu arasındaki hukuki uyuşmazlık gibi sorunlar doğursa da sözleşmenin tarafları alacaklı ile kefil olup, asıl borçlu sözleşmenin tarafı değildir[1].
Alacaklı ile kefil arasında akdedilen bu sözleşme sayesinde, borçlunun borcunu ifa etmemesi halinde, alacaklı taraf kefilin malvarlığına da başvurabilmektedir. Kefil ise böyle büyük bir sorumluluk üstlenirken kendisine hiçbir fayda sağlamadığı için, kefalet sözleşmesinin geçerliliği TBK’da şekil şartlarına bağlanmaktadır.
TBK madde 584 ise kefalet sözleşmesinin şartlarını belirtmektedir. Hükme göre, kefalet sözleşmesi, yazılı şekilde yapılmadıkça ve kefilin sorumlu olacağı azami miktar ile kefalet tarihi belirtilmedikçe geçerli olmamaktadır. Kefilin, sorumlu olduğu azami miktarı, kefalet tarihini ve müteselsil kefil olması durumunda, bu sıfatla veya bu anlama gelen herhangi bir ifadeyle yükümlülük altına girdiğini kefalet sözleşmesinde kendi el yazısıyla belirtmesi şarttır. Taraflar, yazılı şekle uyarak kefilin sorumluluğunu borcun belirli bir miktarıyla sınırlandırmayı kararlaştırabilirler. Kefalet sözleşmesinde sonradan yapılan ve kefilin sorumluluğunu artıran değişiklikler, kefalet için öngörülen şekle uyulmadıkça hüküm doğurmaz.
Öte yandan, Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 584. maddesi gereği, kefil olduğu sırada evli olan kişinin yapmış olduğu kefalet sözleşmesinin geçerliliği kural olarak eşinin yazılı rızasına bağlıdır. Dolayısıyla eşin rızası olmadan akdedilen bir kefalet sözleşmesi geçersiz olacaktır. Bu hüküm sayesinde, özellikle ödeme gününe kadar veya kefil eşin ölümüne kadar bilinmeyen ve diğer eşin durumunu kötüleştirebilen kefalet sözleşmelerinin önüne geçilecektir[2]. Diğer yandan Yargıtay bir kararında söz konusu geçersizliğin kefil tarafından ileri sürülmesi gerektiği yolunda içtihat geliştirmiştir[3]. Ancak söz konusu kararın kefalet sözleşmesinin sıkı şekil şartlarına tabii olması nedeniyle isabetli olmadığı kanaatindeyiz.
Kefalet sözleşmesinin türleri TBK’ da belirtilmektedir. Buna göre, kefalet sözleşmesi; Adi Kefalet, Müteselsil Kefalet, Birlikte Kefalet, Kefile Kefalet ve Rücua Kefalet şeklinde olabilmektedir. Kefaletin sona ermesi ise TBK madde 598 vd. düzenlenmektedir. Kefalet 4 şekilde sona erebilmekte olup sırasıyla; Kanun gereğince, kefaletten dönülerek, süreli olan kefalet ile ve süreli olmayan kefalet olmak üzere 4 olasılıkla sona ermektedir. Kanun gereğince hangi sebeple olursa olsun, asıl borç sona erince, kefil de borcundan kurtulur. Bir gerçek kişi tarafından verilmiş olan her türlü kefalet, buna ilişkin sözleşmenin kurulmasından başlayarak on yılın geçmesiyle kendiliğinden ortadan kalkmaktadır. Kefalet, on yıldan fazla bir süre için verilirse, uzatılmış veya yeni bir kefalet verilmiş olmadıkça kefil, ancak on yıllık süre doluncaya kadar takip edilebilmektedir. Dolayısıyla on yıllık süre burada tek seferde verilebilecek en fazla takip zamanını göstermektedir.
Kefaletten dönme daha çok kefilin güncel ekonomik durumunu ilgilendiren bir sona erme durumudur. Şöyle ki, gelecekte doğacak olan borca kefalette, borçlunun borcun doğumundan önceki mali durumu, kefalet sözleşmesinin yapılmasından sonra önemli derecede bozulmuşsa, kefalet sırasında kefilin iyiniyetle varsaydığından çok daha kötü olduğu ortaya çıkmışsa, kefil alacaklıya yazılı bir bildirimde bulunmak şartıyla, borç muaccel olmadığı sürece her zaman kefalet sözleşmesinden dönebilmektedir. Bunun yanı sıra, kefil, alacaklının kefalete güvenmesi sebebiyle uğradığı zararı gidermekle yükümlüdür. Süreli kefalette ise kefil, sürenin bitimiyle borcundan kurtulmaktadır.
[1] OYUR, Berrin: İstanbul Barosu Dergisi Kefalet Sözleşmesinin Şekil Yönünden Geçerliliği, 2022, s. 254 oradan da dn. 5’ten naklen.
[2] BAŞ, Ece: 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda Kefalet Sözleşmesi̇ni̇n Geçerli̇li̇k Şartlarına İli̇şki̇n Bazı Yeni̇li̇kler, s. 116 oradan da dn. 4’ten naklen.
[3]Yargıtay 19. Hukuk Dairesi 2017/3253 E. – 2019/5052 K. ve 7.11.2019 tarihli kararında; “Bölge Adliye mahkemesince, kredi sözleşmesinin 06/07/2012 tarihli olduğu, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun uygulanması gerektiği, sözleşmede kefalet tarihi ve müteselsil kefil olma durumunun kefil tarafından kendi el yazısı ile yazılmadığı, eş rızasının da alınmadığı, kefaletin geçersiz olduğu gerekçesiyle davalı vekilinin istinaf talebinin kabulü ile davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. İstinaf mahkemesi kararının gerekçesini oluşturan kredi sözleşmesinde davalının kefaletine ilişkin bölümün imza tarihinde yürürlükte bulunan 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 583. maddesinde yazılı şekil şartlarına uymadığı vakıası doğru ise de, davalının hem ödeme emrine itirazında hem de cevap dilekçesinde kefaletinin varlığını ve kefil olduğunu kabul etmiş ve savunmasını başka nedene dayandırmış olup, kefaletinin geçersizliğine ilişkin bir beyanı bulunmamaktadır. Bu durumda ilk derece mahkemesince davacı alacağının davalının kefalet limiti içinde kaldığı saptanarak davanın kabulüne karar vermesi isabetli olup, istinaf mahkemesince ilk derece mahkemesinin kararını kaldırarak yazılı şekilde karar vermesi doğru olmamış, kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir.”